Ego Psikolojisi ve Kişilerarası Analiz

Ego Psikolojisi ve Kişilerarası Analiz

Ego Psikolojisi ve Kişilerarası Analiz

Psikanalizin teorik temelleri ve uygulama pratiği Freud’dan bu yana değişmeye ve gelişmeye devam ediyor. Freud’un id, çocukluk dönemi cinselliği ve agresyon üzerine yorumları geçmişten günümüze farklı psikodinamik yaklaşımlar içinde teorisyenlerin konusu oldu. Burada Stephen Mitchell ve Margaret Black’in ‘Freud ve Sonrası’ kitabından yararlanarak Sigmund Freud’un kızı Anna Freud (1895-1982) ile birlikte adımları atılan ego psikolojisi ve kişilerarası analizden ve bunun Freud’un original teorisinden nasıl farklılaştığından bahsedeceğim.

Ego Psikolojisi ve Kişilerarası Analiz

Ego Psikolojisi ve Kişilerarası Analiziler

Ego psikolojisi 1930’larda Viyana’da yaygınlaşmaya başladı. ‘Ego’ terimi başlarda Freud tarafından kullanılıyordu. Freud’a göre zihnin temel psişik yapılarından biri olan ego; id ve süperegonun arasındaki dengeyi kurmaya çalışıyordu. Bunu yaparken toplumun kurallarını, ahlak algısını ve kişinin dürtülerini göz önünde bulundurarak, gerçeklik prensibine göre işliyordu. Kişinin içsel dürtülerini gerçekliğe göre baskılar ve kanalize ederdi. Anna Freud ego’nun kişilik işlevselliğinin tüm ana alanlarında bulunduğunu görüyordu. Anna Freud’un katkılarıyla ego, psikanalizde tek başına araştırılması gereken bir konu haline geldi. Anna Freud, psikanaliz tekniklerinin hastanın ego’nun işleyişini daha adaptif hale getirmek için uygun olduğunu düşünüyordu. Bu şekilde kişinin bilinçaltında gizli olanları ortaya çıkarmaya daha az önem verilerek, mevcut zihinsel yapıyı anlama ve üzerinde çalışmanın yolu açıldı.

Freud’a göre ego, id’in getirdiği dürtü ve bunun sonucunda isteklere cevap verirdi. Ama ego psikolojisinde ego’nun kendi enerjisi vardır. Ego psikolojisinde terapistin amacı daha çok ego’yu güçlendirmekti. Bu da gerçeği test etmesini, dürtü kontrolü geliştirmesini ve daha ‘olgun’ savunma mekanizmaları geliştirmesiydi. Ego psikolojisi gelişmeden önce, psikanalizde amaç, kişinin biliçdışında açığa vurulamadığı için sorun yaratan enerjilerin açığa çıkarılmasıydı. Freud’a göre analist hastayı yönlendirmekten kaçınmalı ve bu enerjinin akmasına engel olanları ortadan kaldırmalıydı. Ancak ego psikolojisinin gelişiminde önemli isimlerden olan Heinz Hartmann, bu enerji akışını bir kanala benzetmiştir ve ona göre analist bu akışı engelleyenleri ortadan kaldırmanın dışında, o kanalı güçlendirmeye de çalışmalıdır.

Freud aynı Darwin gibi, insanın zaman içinde evrimsel süreçten geçtiğini, bu sebepten hayvanlardan tamamiyle farklı olmadıklarını düşünürdü. Hartmann’ın görüşünün Freud’dan ayrıldığı önemli bir nokta vardı. Ona göre insanlar çevrelerine uymak için yaratılmış olsa da burdaki uyum yalnızca fiziksel olarak uyup, türünü sürdürmek değil, aynı zamanda psikoljik uyumdu. Bu yüzden kişinin ego potansiyelini yani becerilerini en üst düzeyde kullanabilmesi için koşullar yeterli olmalıydı. Bu şekilde kişi ego becerilerini kullanıp ortama uyum sağlayabilirdi. Hartmann’a göre bu beceriler arasında dil, algılama, nesne kavrayışı ve düşünme bulunmaktaydı. Hartmann bu yeterli ortam konusundaki fikirleri, kendinden sonrasında da bazı konular gündeme getirdi. Ego’nun çatışamadan uzak gelişimini sürdürebilmesi için nasıl koşullar gerektiğiyle ilgili tartışmalar sürdü.

İnsanın doğduğu ve yaşadığı koşullara göre şekil almasıyla ilgili araştırma yapanlardan biri Rene Spitz (1887-1974) idi. Spitz’in doğumun ardından bakımevine bırakılmış çocuklarla yaptığı araştırma sonuçlarına göre, eğer kişi yeterince beslenmeden büyürse fiziksel olarak sağlıksız oluyordu. Fakat anne 3. aydan sonra dönerse böyle olmuyordu. Spitz’e göre burada önemli olan, kişinin psikolojik potansiyeli ne olursa olsun bebeklikte kurulan duygusal bağ olmadan bu potansiyele ulaşılamayacağıydı.Spitz nesne ilişkilerinde de önemli olan libidinal nesne kavramını yeniden düzenledi.

Gelişimsel ego psikolojisinde önemli bir isim olan Margaret Mahler, Spitz’in erken dönem ilişkilerine yaptığı vurguya dikkat çekerek bunun daha da araştırılmasına katkıda bulundu. Edith Jacobson’ın modelindeyse mizaç yatkınlığı ve annenin bebeğinin gelişmekte olan gelişimsel ihtiyaçlarına cevap verebilmesi gibi konular işlendi. Burada ödipal dönem ve ödipal öncesi bozukluklar araştırıldı. Buna göre, dürtü gelişimi ve gerçek yaşantı arasındaki karşılıklı etkileşim biaz daha açıklanmış oldu.

Kişilerarası analiz 1920’li yıllarda Harry Stack Sullivan’ın sizofreni hastalarıyla olan ilişkileriyle doğmuştur. Sullivan şizofrenilerle ilgili kendinden önce geçerli olan psikiyatrik yaklaşımların uygun olmadığını düşünmüştür. Ona göre bireyin psikopatolojisi tek başına incelenebilecek bir birim değildi. Bunun sebebi de insanların, kişilerarası durumlardan ayrı tutulamayacaklarını düşünmesiydi. Birey, çevresiyle sürekli etkileşim içinde olduğu için en belirgin olduğu zaman kişilerarası halidir. Sullivan’ın yaklaşımına göre analist hasta ile olan etkileşimleri etkin biçimde sorgulamalıdır, çünkü hasta en önemli bilgiyi farkına varmaksızın paylaşabilir. Sullivan kaygıya da oldukça önem vermiştir çünkü kişinin diğerleriyle etkileşimini önemli ölçüde etkileyen bir faktördür.

Kişilerarası analizde modern yaklaşımlar geçmiş ve günümüz arasındaki dengeyi daha çok şimdiye çekmişlerdir. Thompson ve Fromm eğer analist ile hasta geçmişte yaşananların üzerinde çok fazla durursa, analist ile hasta arasında şu anda ne olduğunu gündeme getirememiş olurlar diye düşündü. Onlara göre kritik olan hastanın geçmişteki ilişkilerinin, şimdikileri nasıl şekillendirdiğini değerlendirmekten çok, o ilişkilerin şimdiki zamanda nasıl sürdürüldüğüydü.

Sonuç olarak Freud’dan sonraki bu dönemde egonun uyumlu bir şekilde problem çözmedeki öneminin altı çizildi. Ayrıca kişilerarası ilişkilerin sağlıklı kişilik gelişimindeki rolü ve psikopatolojiye etkisiyle ilgili konularda gelişim sağlandı. Analizin işleyişinde hasta ile analistin işbirliği içinde çalışma deneyiminin de terapötik işlevi olduğu anlaşıldı. Ayrıca zihnin psişik yapısının diğer insanların da etkisiyle sağlamlaştığı görüldü. Freud’un geleneksel fikirlerinden daha da uzaklaşan ve farklı noktalara odaklanan diğer dinamik terapilerin de önü açılmış oldu.

Uzm. Psk. Yağmur Vardar

Facebook
Twitter
LinkedIn
Telegram
Comments