PSİKOLOJİ FELSEFEDEN NASIL KOPTU?
Psikohelp
Paylaş
Bilim ilerledikçe deney ve gözlem, peşinden de ölçme ayırt edici özellikler olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Bununla beraber evrenin bir makine olduğu düşünden her bir fenomenin rakamla ve tanımlamalarla anlatılabileceği düşünüldü, ve sonucunda termometreler, barometreler, pusula gibi ölçme araçları geliştirildi. Bu düşünce de evrenin tüm yönlerinin ölçülebileceği fikrini geliştirdi ve destekledi.
John Locke zihin bilgiyi nasıl elde eder sorusuna cevap aradı ve bilişsel işlevlerle ilgilendi. Descartes’in öne sürdüğü doğuştan gelen bilgiyle donatılmanın aksine insanların doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını (tabula rasa) iddia etti. John Locke’a göre zihin bilgiyi deneyimler sayesinde elde eder. 2 farklı deneyim türünden bahsetmiştir; biri duyum diğeri ise yansımadır. “Kişinin gelişiminde ilk olarak duyum kendisini gösterir. Duyumlar yansımaların oluşabilmesi için gerekli bir öncüldür. Çünkü zihnin yansıma yapabilmesi için bir duyum’a sahip olması gerekir. Yansımada birey soyutlamalar ve başka yüksek düzeyli tasarımlar meydana getirmek için, geçmiş duyusal izlenimlerini hatırlar ve bunları çeşitli şekillerde birleştirir. Tüm tasarımlar, nasıl soyut ve karmaşık olduklarının bir önemi olmaksızın, bu iki kaynaktan ortaya çıkarlar fakat mutlak kaynak, duyu izlenimleri veya deneyimleri olmaya devam eder”. John Locke ayrıca basit ve karmaşık tasarımları ayrı ayrı açıklamıştır. Basit tasarımlar kendilerinden daha basit tasarımlara indirgenemezler yani analiz edilemezler. Karmaşık tasarımlar ise basit tasarımların birleşiminden meydana gelir ve analiz edilebilirler veya basit tasarımlara dönüştürülebilirler. Locke’un başka bir teorisi de çağrışım teorisi üzerinedir. Çağrışım, psikologların öğrenme dedikleri sürece verilen ilk isimdir. Zihinsel yaşantının temel unsurlarına indirgenmesi veya analizi bu unsurların karmaşık tasarımlar oluşturmak üzere birleşmesi, yeni bilimsel psikolojinin özünü meydana getirdi. Psikolojiyi ilgilendiren bir başka kavram ise birincil ve ikinci niteliklerdir. Birincil nitelikler maddenin kendisinde olan –biz algılayalım ya da algılamayalım- değişmeyen özelliklerdir. Örneğin; binanın şekli ve boyutları birinci nitelikleridir. İkincil nitelikler ise; nesnenin aslında yoktur, tecrübe eden kişiye bağlıdır, yani ses, koku, tat, renk. Bir binanın rengi onun ikincil özelliğidir. Eğer bir şeftaliyi ısırmazsak onun bir tadı olmaz ve biz tadını bilemeyiz. Şeftalinin tadı ikinci özelliktir. Fakat şeftalinin rengi bizim onu algılama biçimimize göre değişmez, bu birincil özelliktir. Algılayan kişiden bağımsız olarak varolabilen her türlü nitelik, birincil niteliktir. George Berkeley aynı Locke gibi dış dünyaya ait tüm bilgilerin deneyimler sonucu kazanıldığını düşünüyordu. Fakat Locke’un bahsettiği birincil nitelikler kavramına inanmıyordu. Var olanlar Locke’un ikincil nitelikler şeklinde isimlendirdiği özelliklerdi. Berkeley’e göre tüm bilgiler deneyimler sonucu elde edilirdi. Berkeley’e göre emin olabileceğimiz tek gerçeklik algının kendisidir. Berkeley durumların çağrışımları olarak adlandırdığı teorisinde “görsel izlenimlerin dokunma ve hareket duyumları ile sürekli birleşmesinden ötürü, nesnelere değişik mesafelerden baktığımızda veya baktığımız nesnelere doğru bedensel olarak yaklaşma ve uzaklaşma hareketleri içinde olduğumuzda, göz de bu duruma uyum çabaları ve ayarlamalar ortaya çıkar. Başka bir deyişle, nesnelere doğru yürüme ve onlara ulaşma hallerinde sürekli devam eden duyusal deneyimlere ek olarak, göz kaslarından gelen duyumlar da derinlik algısını oluşturmak üzere birleşme durumuna gelirler. Bir nesne gözlere yaklaştırıldığında gözbebekleri belli bir noktada odaklaşmaya başlar. Bu yakınsama, nesne uzaklaştırıldığında azalır. Sonuç olarak, derinlik algısı basit bir duyum deneyimi olmaktan çok mutlaka öğrenilmesi gereken bir tasarımların birleştirilmesi durumudur.” Burada belki de ilk defa, tamamıyla psikolojik olan bir süreç duyumların çağrışımları açısından açıklanmıştır. [caption id="attachment_52045" align="alignleft" width="265"] PSİKOLOJİ FELSEFEDEN NASIL KOPTU?[/caption] David Hume, Locke’un çağrışım teorisini geliştirerek daha açık hale getirmiştir. Hume’un psikolojiye kattığı en önemli iki şey izlenimler ve fikirler. İzlenim duyum ve algıya benzer. Fikirler ise; hayal olan ve uyarıcı bir nesne olmadan sahip olduğumuz zihinsel tecrübelere verilen isimdir. İzlenimler güçlü ve canlıdır, fikirler ise izlenimlerin zayıf kopyalarıdır. Hume çağrışımın iki kuralı olduğunu savunmuştur. Bunlar, benzerlik ve zamanda veya mekanda sürekliliktir. İki fikir birbirine ne kadar benzer veya sürekli ise, birbirini çağrıştırması da o kadar kolay olur. James Mill’ e göre zihin bir makiden fazlası değildi. Zihin bir makinaydı ve tıpkı bir saatin mekanik çalışma şekline benzer şekilde görev yapıyordu. Mill’in görüşüne göre, zihin dışsal uyarıcılara göre hareket eden pasif bir varlıktır. Kişi bu uyarılara otomatik olarak cevap verir, yani doğal davranmak elinden gelmez.
Begüm Ekinci
Alt Başlıklar
Alt başlık bulunamadı.
Psikohelp Uygulamasını İndirin
kullanıcı Psikohelp'e güveniyor
Psikohelp Uygulamasını İndirin
© 2024 Psikohelp Tüm Hakları Saklıdır
0 (212) 216 23 67