Varoluşsal yalnızlık

Deniz GEÇGİNER

Paylaş

Varoluşsal Yalnızlık

Varoluşsal yalnızlık, bireyin bir insan olarak ayrımına ve diğer bireylerden farkının anlaşılırlığına bağlı olarak boşluk hissinin tahammül edilemez seviyeye çıkması, anlama dair yaşanan eksiklikler, hüzün ve özlem duygusunun depreşmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bahsi edilen özlem psikanalitik kurama göre anne karnına, anne ile bütün olma imgesine dair bir özlem olarak ifade edilmektedir. Varoluşsal yalnızlık beraberinde öteki ile kurulan iletişimde zorlukları, dış dünya ile bağın kopuşunu getirebilmektedir. Bunlara yabancılaşma, yalıtılma ve ölüm korkusu gibi duygular eşlik etmektedir.Birey, varlığı içinde her zaman ötekinden ayrı durumdadır. Fakat varlığına dair tehdit içerisinde hissettiği durumlarda temel ayrılığın ya da öteki ile arasındaki ayrımın daha çok farkında varmaktadır.

1. Sonu Gelmeyen Yalnızlık

Varoluşsal yalnızlıktaki birey yaşadığı yalnızlığın insan olmanın temel getirilerinden olduğunu ve asla yok edilemeyeceğini hissetmektedir. Yaşamak, aynı zamanda yalnız olmaktır. Joseph Conrad, insanın hem yaşamda hem de sonrasında temelde yalnız olduğunu ve olacağını vurgulamaktadır. Bebek, doğumla birlikte anneden ayrılmakta ve sonu gelmeyecek bir yalnızlığa adımlamaktadır. Burada yaşanan hüzün ve hayata eşlik eden kaygı Otto Rank tarafından “Doğum Travması” olarak ifade edilmektedir.

Varoluşsal yalnızlık, insan varoluşunu yansıttığı yönünde değerlendirildiğinde her bir bireyin gerçeği olarak yorumlanmaktadır. Aynı zamanda bu yalnızlık öznel bir forma bürünmüştür. Hem paylaşılabilen nesnel ve evrensel bir yaşantı iken hem de içerisinde barındırdığı mahremiyet göz önünde bulundurulduğunda kişiye özel bir durum olmaktadır. Bu durum ise yaşantılarımızı ve deneyimlerimizi ancak dolaylı olarak aktarabilmemize neden olmaktadır.

2. Varoluşsal Kaygı

Kader ve ölüm kaygıları, insanın yok olmaya, yokluğa dair endişelerinden ve belirsizliğin uyandırdığı korkunun yansımalarından izler barındırmaktadır. Kadere dair hissedilen kaygı, kesin bir zorundalığa sahip olmamanın yarattığı farkındalık ve bununla birlikte gelen geleceğin mantığa oturtulamayan karanlığıdır.

Tillich’e göre kaygı kişilerin yapısal ve varolan temeldeki çözümlenemeyen çatışmaları ve bunlar arasındaki çelişkiden doğmaktadır. Bilinçdışı dürtüler ve baskıcı normlar, hayat akışında devam eden ve hayatı idame ettirmek için gerekli olan unsurlarla birlikte kişinin bilinçdışı deneyimleri arasındaki çelişkiler kaygıyı uyandırmaktadır. Hayali dünya, fanteziler ve gerçek dünya ile onun yaşattığı deneyimler ve tümgüçlü olmaya dair eğilim ile kusurların varlığının yarattığı farkındalık da etkenler arasındadır. Tillich’e göre nevroz ise “varolmaktan kaçarak yokluk tehdidinden kurtulmanın bir yolu”dur.

3. Varoluşsal Yalnızlığın Terapide İşlenişi

Varoluşçu psikoterapi bireyin var olmasına dayalı yaşadığı kaygı ve endişeleri ele alan bir dinamik yaklaşım biçimidir. Nietzche, insnaın neden yaşadığını bildiği sürece tüm kaygılara göğüs gerebileceğini belirtmektedir. Yalom’a göre varoluşa dayalı korkular herkes tarafından tanıdık ve bilinen anksiyetelerdir. Bununla birlikte bu korkular hayatın her alanında ortaya çıkabilmektedir. Varoluşçu bir terapist ise terapi sürecinde asıl önemli olanın teknik stratejiler ve müdahaleler yerine empati odaklı, şefkatli ve anlayışlı bir yaklaşım olduğunu öne sürmektedir. Ölüm, varoluşu sevk eden ve hatırlatan en önemli faktörlerden biridir. Yalom’a göre ölüm hayatı anlamlı kılan ve en benzersiz gerçekliktir.

Bu noktada terapi ölümle baş etmenin yollarını gösteren bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Varoluşçu terapi, insan hayatını daha anlamlı kılabilmek için bastırılan ölüm anksiyete ve korkularını ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Aynı zamanda sorumluluk ve irade kavramları da terapide öne çıkan unsurlar arasındadır. Kişinin özgür olabilmesi sorumlulukları üstüne alabilmesi üzerinden gerçekleşmektedir. Sorumluluktan kaçış kişinin dünyadan kaçması anlamına gelmektedir.

Dilemek ve istemek ise terapide üstüne çalışılan diğer unsurlardır. Yalom’a göre bu kavramlar direkt olarak sorumluluk ile ilişkilidir. Aristoteles istemeyi eylemden önce gelen arzu olarak nitelemektedir. Terapistin görevi danışanın isteme yönündeki direncini kırmak sorumluluk almaya dair onu cesaretlendirmek ve kararsızlığının bedelini yine kendisinin ödeyeceğini ona göstermektir.

Yalom’a göre bireyi varoluşsal yalnızlığın içinden çekip çıkaracak, yaşamın anlamının farkına varmasını sağlayacak en önemli unsur sevgidir. İnsan bebeklikten itibaren başta aile olmak üzere sevmeyi ve sevilmeyi tatmaktadır. Fakat mutluluğun asıl kaynağı insanın olgun sevgi kabiliyetine ulaşabilmesidir. Varoluşsal yalnızlık kendini ölüm, sorumsuzluk, intihar gibi kavramlar üzerinden göstermektedir. Birey, hayatın anlamını çözebilmek için önce kendi sorunlarıyla baş edebilmeyi öğrenmelidir. Buna rehberlik edecek kişi ise terapisttir.

 

Deniz Geçginer

KAYNAKÇA

Tillich, P. ( 1952). The corage to be. New Haven: Yale University Press.

Kıraç F. (2007). DİNDARLIK EĞİLİMİ, VAROLUŞSAL KAYGI VE PSİKOLOJİK SAĞLIK. Ankara Üniversitesi. Yüksek Lisans Tezi.

Emel, K. O. Ç. (2024). ONTOLOJİK/VAROLUŞSAL YALNIZLIK, BİRLİKTE VAROLUŞ VE KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRME ÜSTÜNE. The Journal of Social Sciences54(54), 43-76.

Bakırtaş, T. (2018). Varoluşçu Psikoterapi (ID Yalom).

Alt Başlıklar


Alt başlık bulunamadı.

Yorum Yap

Yorumunuz değerlendirmeye alındı.

Yorumlar

Hem Online Terapi Hem Yüz Yüze Terapi Seçenekleri

Online Psikolog-Online Terapi Uygulaması Psikohelp İndirin

herohero
heroheroheroherohero
50bin +

kullanıcı Psikohelp'e güveniyor

Yardım

Canlı Destek

Bize Ulaşın

0 (212) 216 23 67

Online Psikolog-Online Terapi Uygulaması Psikohelp İndirin

herohero

© 2024 Psikohelp Tüm Hakları Saklıdır

0 (212) 216 23 67

Sorularınız mı var? Bizimle Konuşun
Yardımcılarımızdan birini seçerek devam edin
Canlı Destek 1
Canlı Destek
Aktif
Canlı Destek 2
Canlı Destek
Aktif
Canlı Destek 3
Canlı Destek
Aktif